28 Ekim 2010 Perşembe

amerikan bağımsız sineması üzerine kısa kısa

Dünyanın neresinde olursa olsun ortalama bir sinema seyircisine sinemanın anavatanını sorsak alacağımız yanıt büyük ölçüde Amerika,sinemanın Amerika’daki merkezini soracak olduğumuzda da yanıt Hollywood olacaktır.Bunlar, günümüz koşullarında değerlendirecek olduğumuzda “üretilen film ve çalışan sinema emekçisi açısından” doğru yaklaşımlar olacaktır.Fakat aslında tarihsel bir hata da var.Sinema ,Amerika’da değil ,Fransa’da doğmuş bir sanattır.Hollywood konusuna gelirsek;yalnızca ABD’nin değil dünyadaki sinemanın belirleyicisi konumunda Hollywood ve onun estetiği vardır.Ancak bir farkla. Amerika’da üretilen filmlerin tamamı Hollywood koşulları ve estetiği içinde üretilmiş filmler olmayıp,hatırı sayılacak kadar bağımsız yönetmen ve bunların destekçileri sayesinde yıllardan beri süregelen bir “bağımsız sinema” geleneği ABD’de varlığını sürdürmektedir.Bu yüzden ABD menşeili filmleri topyekün “Hollywood” filmi diye değerlendirmek büyük yanılgı olacaktır.

Bağımsız sinemanın ortaya çıkışındaki koşullara baktığımızda aslında bağımsız yönetmenlerin içlerinde taşıdıkları “sanat” kaygısını görmekteyiz.Hollywood sinema endüstrisinin yönetmene ,senariste ve diğer çalışanlara özgür çalışma olanağı sunmadığı ve yapımcının ticari kaygısının birinci planda tutulduğu bir ortamda hangi sanattan bahsedilebilir ki.?Avrupa sinemasında ön planda olan sanat kaygısının Amerikalı bağımsız yönetmenlerde de belirleyici olduğunu görmekteyiz.
Amerikan Bağımsız Sineması , ticari kaygıdan uzak yapısıyla Amerika’da Hollywood’a alternatif bir anlayışı da yaratmış oldu böylelikle.Aslında bu özel bir çaba ve örgütlü bir çalışmanın sonucunda gerçekleşmedi.Adı üzerinde bağımsız sinema.Her filmi çeken ekip birbirinden bağımsızdı sonuçta.Yönetmeni ,yapımcısı ve diğer çalışanları hepsi bir filmin yaratım sürecine doğrudan katkı yaparak bir iş ortaya koyuyorlar.Yeri geldiğinde oyuncu,yönetmen cebindeki parasını filme yatırabiliyor.Filmden kazanılan paralar ise yeni projelerin üretimine yatırılıyordu.Fakat her ne kadar örgütlü bir çalışmanın ürünü olmasa da, Amerikan Bağımsız Sineması Hollywood’un kalıplaşmış yapısına karşı belli bir tepkiyi içeriyordu.
Bağımsız sinema günümüze gelene kadar belli değişimler geçirse de özünde yine aynı özellikleri taşımaya çalışmaktadır.Bağımsız sinemanın Hollywood karşısında varlığını sürdürebilmesinin önemli bir nedeni düşük bütçelerle çok iyi işlerin çıkarılabildiğini göstermesi olmuştur.Ayrıca üretilen filmlere baktığımızda esas olarak Amerikan Bağımsız Sinemasına eşdeğer konumdaki sinema Avrupa Sinemasıdır.Bu iki anlayışta da estetik kaygıların benzeşmesi göze çarpmaktadır.Buna rağmen büyük farklılıklar da yok değil.Sonuçta konular dertler ortak da olsa bir konunun farklı kültürlerde farklı şekilde işlenmesinden doğal bir şey olamaz.Farz-ı misal Fransız ya da Türk bir yönetmen bir bireyin sistem içerisinde yabancılaşmasını farklı farklı kodlarla anlatacaktır.Amerikalı bir yönetmen ise bir Amerikalı bireyin yabancılaşmasını bambaşka bir şekilde aktaracaktır.Kaldı ki bir de bunun yanına yönetmenin kendi özgün anlatı yapısı işin içine girecek ve yönetmenin kendi “kimliği” filme yansıyacaktır.

Son yıllarda bağımsız yapım şirketlerinin bazıları ekonomik nedenlerden dolayı büyük ölçekli yapım şirketlerine satıldı.Bu durum Amerikan Bağımsız Sinemasının artık eskisi gibi “bağımsız” olmadığı yönünde bir göstergedir.Üretilen filmlerin kalitesindeki değişim de gözlerden kaçmıyor. Şahsi kanaatime göre; bir sanatçının en önemli varlığı yaratıcılığıdır.Yani sanatçının ürettiği eserlerdeki özgünlüktür sanatı sanat yapan.Dışarıdan yapılan müdahaleler sanatı hep geriye götüren,hatta yok olmaya iten etkenler olmuştur.Hollywood endüstrisi ,eğlendirme amacıyla insanları salonlara çekerken temel amaç yüksek gişe başarısıyla yüksek gelir elde etmektir.Kapitalizmin ruhuna uyan bu yapı sanat ve sanatçı düşmanıdır bence.Hemen belirteyim ki Hollywood estetiği içinde üretilmiş kıymetli eserler de bulunmaktadır.Ama genel yapı maalesef yukarıda bahsettiğim şekilde.Bağımsız sinemacıların Hollywood karşısında ne zamana kadar ayakta kalabilecekleri ise çok net değil.Amerika’nın önde gelen bağımsız yönetmelerinden Jim Jarmush ,Coen kardeşler,David Lynch,Brain De Palma,Daren Aronofsky, gibi isimler ürettikleri başarılı filmlerle bağımsız sinemanın örneklerini sunmaya devam ediyorlar.Hem de öyle büyük prodüksiyonlara ihtiyaç duymadan.Sinema sanatına önemli yapıtlar kazandırmış bu bağımsız oluşumun asla yok olmamasını temenni ediyorum.

bu yazı daha önce http://www.restoraturk.com adlı internet sitesinde yayımlanmıştır

2008

Biçimci Sovyet Sineması

Sinema,bir asrı henüz tamamlamış bir sanat olmakla birlikte; 20.yüzyılın getirdiği tarihsel dönüşümler sinemayı da etkilemiş ve bugünkü konumuna getirmiştir.Sinema görselliğinin de etkisiyle insanlar tarafından kabul gören bir sanat dalı durumuna gelmiştir. Dünya Savaşlarının yaşandığı ,devrimlerin olduğu,dünyada dengelerin değiştiği 20.yüzyılda sinema da diğer sanat dallarında olduğu gibi bu durumdan nasibini almıştır.Tabiri caizse sinema sanatı doğuşuyla beraber büyük bir yangının içine düşmüştü diyebiliriz.Bu da kaçınılmaz olarak sinemanın kendi içerisindeki dönüşümünün dünyadaki değişimlerle paralel olarak gerçekleşmesini sağlamıştır.
Sinema kimi dönem gündelik hayattan kaçış anlamı taşımıştır.Bunun ilk örnekleri ABD’de 1900 ‘lerin başlarında görülür.“Hollywood” adıyla bildiğimiz büyük endüstrinin temelleri o yıllarda atılmıştı.İnsanları tasalarından kurtarmak,eğlendirmek için sinema önemli bir araçtı.”Nickelodeon” adı verilen devasa salonlarda gösterilen filmlere halkın büyük ilgisi sayesinde ABD’li yatırımcılar bu işe büyük paralar yatırdı ve sektör gelişti, serpildi, bugünkü halini aldı.
Şüphesizdir ki,sinemanın gelişimi her zaman içinden çıktığı toplumun siyasi ve sosyal yapısıyla ve bu yapının iç dinamikleriyle ilintili olmuştur.Ancak bu durum en belirgin olarak Rus Sineması’nda gözlenmiştir.

Birinci Dünya Savaşının sona ermesinden bir yıl sonra gerçekleşen “Ekim Devrimi” , Çarlık Rusya’sının ardından ülkede bambaşka bir yönetim demekti.Bu değişim gündelik hayattan başlayarak kendisini hissettiriyordu ve yaşananlardan sinema da doğal olarak nasibini aldı.

Devrim öncesi Rusya’sında sınırlı sayıda üretilen filmler edebiyat ve tiyatro uyarlamalarından oluşuyordu.Çarlık yönetiminin baskısı yüzünden doğaüstü öyküler ve sıradan komediler filmlere konu olabiliyordu ancak.

Ekim Devrimiyle birlikte sinema sanatı Sovyet Rusya’da önem kazanmaya başladı.Lenin,sinemaya bütün sanatlar içinde en önemli yeri verdi.Sinema alanı tamamen Devlet Eğitim Komisyonu’nun eline geçti..İlk Sinema Enstitüsü Sovyet Rusya’da kuruldu.Sinema, “devrim” in en önemli propaganda araçlarından birisi haline gelmişti.Devrim öncesi film içerikleriyle yeni çekilenler arasındaki hızlı değişim çok rahat ayırtedilebiliyordu.Ekim Devrimi Rus Sineması’na birçok yeniliği de beraberinde getirdi.Birçok oyuncu,yönetmen ve teknik eleman Avrupa ve Amerika’ya giderek sinema üzerine eğitim aldılar.İç savaş ve buna bağlı ekonomik problemlere rağmen yeni bir sinema anlayışı ve endüstrisinin yaratılması için çalışmalar yapılıyordu.

“Sovyet Biçimciliği” ya da diğer adıyla “Sovyet Toplumcu Sineması” kısa sürede gelişen bir estetik olmuştur.Devrim sonrası ilk çalışmalar henüz olgunlaşmamış filmler olurken,özellikle 1924 – 1929 arasındaki yapımlar “Sessiz Sinema “ döneminde sinemanın gelişimine büyük katkı yapmıştır.Yenilikçi bazı yönetmenler kurguya verdikleri önemle , geliştirdikleri montaj teknikleriyle, ortaya attıkları kuramlarla ve bunları uygulamadaki becerileriyle sinema sanatının günümüze gelmesinde büyük öneme sahiptirler.Genç Sovyet sinemacılardan Lev Kuleshov,Sergei Eisenstein,Vsevolod Pudovkin ve Dziga Vertov film sanatının temeline kurguyu yerleştirdiler.Bu görüşlerini destekleyen yapıtlarında da sessiz sinema döneminde görsel anlatımın zenginliğini başarıyla kullandılar.

Kuleshov Sinema Enstitüsü’nde aldığı sinema eğitimi sırasında yaptığı kurgu denemelerinde bir çekimin ardından geleni nasıl etkilediğini gösterdi;aktör Majukin’in yakın plan baş çekimini,dumanı tüten bir kase çorba,oyun oynayan neşeli bir çocuk ve tabutun içinde yatan ölmüş bir kadınla birleştirdi.Aynı ifadesiz baş çekiminde Majukin’in ilkinde iştahlı,ikincisinde neşeli,üçüncüsünde kederli olarak algılanabildiğini gösterdi.Kuleshov, bu denemelerini “Bağlantısal Kurgu” adıyla kuramlaştırdı. Kuleşov için montaj, pozların birbirine yapıştırılmasından çok, sanatsal bir düşünce tarzıdır. Lev Kuleşov ilk defa "montaj" kelimesini Vestnik Kinematografi (Sinema Haberleri) dergisinde, "Sinemada Sanatçının Görevleri" adlı makalesinde kullanmıştır;

"Üzerine harfler yazılarak dağıtılmış ayrı küpleri bir araya getirerek, kelime veya cümle kuran çocukların yaptığı gibi, yönetmen de filmi yapmak için ayrı, birbirleriyle ilgisi olmayan, farklı an ve günlerde çekilmiş parçaları bir araya getirerek, dağınık pozları en uygun, anlamlı, eksiksiz ve düzenli bir şekilde sıralamalıdır. Bu da filmin montajını anlatan en basit, en ilkel şemadır..."

ABD’li yönetmen Griffith gibi yaşamı boyunca az sayıda film çekebilen Eisenstein, algılama psikolojisi ile Marksist diyalektiği birleştiren bir kurgu kuramı geliştirdi ve uyguladı.Eisenstein, kendi kuramını , çekimleri birbirine bağlamaktan çok çarpıştırma üzerine geliştirdi.Sovyet Sinemasının en önemli yönetmeni kabul edilen Eisenstein “Potemkin Zırhlısı” filmiyle Dünya Sineması’nda kendine çok önemli bir yer edindi.Tüm zamanların en iyi propaganda filmlerinden sayılan “Potemkin Zırhlısı” “1905 Bolşevik İhtilali”nin yıldönümü kutlamaları için, ısmarlanan filmlerdendir.Eisenstein o zaman yirmi beş yaşındadır ve bu filmi o gerçekleştirmiştir.Yönetmen’in başyapıtıdır.Filmdeki çarpıcı sahneler kurguyla elde edilmiştir.

“İnsanın kafasında canlandırdığı görüntüye hayat vermek…Oyuncunun oyunu,montajın ritmi,çekimin plastik yapısı,müzik,ses,gürültü,mizansen ve birbirine giren hareketlerin karşılıklı oyunları,renk ve diyalogların kompozisyonları…Başarılı bir filmde bütün bunlar birbirine kaynaşarak tek bir bütün meydana getirir…”(S.M. Eisenstein)

Pudovkin ise Eisenstein gibi diyalektik çatışmaya değil anlamsal bağlantıya dayanan bir kurgu anlayışını savunuyordu.Eisenstein’in konulara dışarıdan bakması karşın Pudovkin içerden bakmayı tercih etti.Kişilerin ruhsal durumları onun için önemliydi.

“Filmin estetik temeli kurgudur…Kurgu,gerçek yaşantının olayları arasında mevcut bağların,mümkün olan bütün yöntemler uygulanarak,her yönünün ortaya çıkarılması ve bunların filmde gösterilmesidir.Bu nedenle kurgu,yönetmenin kültür düzeyini belirtmekte ve onu hayatı sadece tanımaya değil yorumlamaya da zorlamaktadır.”(Pudovkin)

Dönemin bir başka önemli sinemacısı, görüntülerinin resimsel kusursuzluğu, şiirselliği ve doğallığıyla dikkati çeken Aleksandr Dovjenko'ydu. Dziga Vertov ise kurmaca sinemaya karşı çıkarak belgesel görüntülerin düzenlenmesine dayanan Kino-Glaz(Sinema-Göz) kuramını ortaya attı ve bu görüşü doğrultusunda, Kino-Pravda (Sinema-Gerçek) adı verilen ve gerçeği olduğu gibi saptayan bir dizi film çekti.
Netice itibarıyla bir döneme damgasını vurmuş olan Sovyet sinemacılar propaganda filmleriyle öne çıkmaktaydılar.Bu propaganda filmleri sayesinde geliştirdikleri teknikler ve film montajına kattıkları yeniliklerse tüm dünyadaki sinemacıları etkiledi ve sinema sanatına büyük katkı yaptı. Kurgunun başlı başına “Kuram” olarak geliştirilmesi; kurgunun, seyirciyi belli bir sonuca doğru yöneltme gücünü kazanması; görüntü, görüntü içeriği ve kurgu arasında ayrılmaz bir bağ meydana getirilmesi Sovyet yönetmenlerin sessiz sinema dönemine sağladığı en önemli katkılar olarak göze çarpmaktadır.

2009

KAYNAKÇA

Ege ü. İletişim Fak. Dünya Sinema Tarihi Dersi Tekzirleri
Devrim Sineması-Luda,Jean Schnitzer,Marcel Martin-Öteki yayınevi,Ankara 1993çev:Osman Akınhay
Sol Dergisi sayı 241 sh:70-74
www.kameraarkasi.org

26 Ekim 2010 Salı

kaç para kaç (trajedik bir eleştiri)


Trajedi türüne ait filmde ana karakter Selim adında gömlek satan bir esnaftır.Filmde Selim ,oldukça dürüst,iyi bir karakter olarak sunulur.Selim’in hayatı evi ve dükkanı arasındadır.Selim küçük dükkanında kazandığı parayla kıt kanaat geçinmektedir.Bu yüzden parasını idareli kullanan,ailesine de idareyi öğütleyen biridir.Selim daha filmin başında indirim isteyen bir müşterisine “para kolay mı kazanılıyor sanıyorsunuz “ derken aslında yaşadığı sıkıntıları özetliyor.Buna rağmen yine de dürüstlüğünden ödün vermeyen bir karakter olduğunu yönetmen diğer bir sahnede vurguluyor.Parkta kendi kızı diğer çocuklarla birlikte 100 dolar buluyor diğer çocukların anneleri parayı üçe bölelim derken Selim o parayı istemiyor.Hikaye içinde Selim’in dönüşümü ise bir taksiye binmesiyle başlar.Selim bindiği takside çanta dolusu dolar bulur.Parayı taksiye Selim binmeden önce taksiden inen adam unutmuştur.Selim parayı görünce panikler.İlk şoktan sonra taksiden iner ve parayı unutan adamı bulmaya çalışır.Selim elinde paralarla kalınca ne yapacağını bilemez bir haldedir.Paranın sahibi sandığı adamın banka veznedarı olduğunu ve paraları çalmış olduğunu bir taksiciden öğrenince sıkıntıları daha da artar.Selim harcayamadığı paraları sürekli bir yerlere saklamak zorunda kalır.Sık sık yerini değiştirir.Selim parayı ilk günlerde hiç harcamaz ve kafasında sürekli olarak paralardan kurtulma isteği vardır.Bir süre sonra Selim paradan yavaş yavaş harcamaya başlar.Ancak bu arada Selim’in psikolojisindeki bozulmalar büyük ayrıntılarla işlenir.Trajedi’ye uygun olarak yönetmen olaylara değil karakterin üzerine yoğunlaşmıştır.Selim’in kendini çaresiz hissettiği dramatik halleri sık sık yansıtılır.Selim’in eski hallerinden farklı olduğunu karısı ve çevresindeki diğer karakterler de fark eder.Paraları harcadıkça Selim’in huzursuzluğu daha da artar.Selim dalgın ve duyarsızdır.Filmin başında naif ve oldukça iyi bir karakter olarak sunulan Selim yanlış hareketleri neticesinde yaşadığı bunalımlarla eylemlerinde farklılaşır.Selim özünde iyi bir insandır fakat zaaflarına yenik düşmüştür ve ahlakdışı davranışlara sürüklenmiştir.Filmin başında çizilen Selim karakteri yapmayacağı şeyleri yapmaya başlar.Yanında çalışan çırağı kovup,dükkanını soyan kişi olarak o çırağı ele vermesi,gece kulüplerinde para harcaması,ezan okunurken yanına gelen kediye tekme atması gibi.Selim bir yandan kendi içinde hesaplaşırken bir yandan parayı harcamaya devam eder.Parayı bulduktan sonra yemek yediği mekan değişir,eve yeni eşyalar ,karısına hediyeler alır,ev ve araba almak için planlar yapar.Paraları harcadıkça kendini daha da suçlu hisseder.Bu arada nerde bir polis görse oradan uzaklaşır.Korkuları artmıştır,kendinin takip edildiğini hisseder.Hatta dükkana silahlı soygun yapılır ancak Selim korkudan polise gidemez.Selim içinde yaşadığı çatışmalardan bir an uzaklaşmak için karısı ve kızını alarak şehir dışına çıkar.Gidecekleri yer sadece trajedi türünde değil birçok filmde de rahatlama amacıyla gidilen deniz kıyısıdır.Ama bu kısa tatil Selim ve ailesi için işkenceye dönüşür.Gazetede veznedarın intihar haberini okuyan Selim hemen dönmek ister.Bu noktadan sonra Selim için işler daha da zorlaşır.Selim vicdanıyla kaşı karşıya kalmıştır. Selim daha filmin başında takıntılı bir karakter olarak özetlenmiştir.Sürekli hesap kitap yapan aldığı verdiği parayı deftere yazan bir karakter.Parayı bulduktan sonra da takıntıları anlatılır.Bulduğu paranın hırsız veznedara ait olup olmadığını anlamak için paraları büyük bir titizlikle sayar.Küçük bir insanın hikayesini anlatan film büyük parayla insanın dürüstlüğünü yitirişini karakter üzerinden giderek son derece basit bir dille ve türün genel normları içinde aktarıyor. Karakter aslında dürüstlüğünü yitirerek sistemi karşısına alan bir hareket yapıyor ve cezalandırılması gerekiyor.Nitekim Selim karakteri kendi sonunu hazırlayacak ve filmin sonunda intihar edecektir.Trajedi türünün en belirgin özelliklerinden birisi yanlış işler yapan karakterlerin yaptıkları davranışların toplum tarafından kabul görmemesi nedeniyle filmin sonunda cezalandırılması.Yani öldürülmesi; bu ölüm maddi olmayıp manevi de olabilir.Bu da film boyunca ana karakterin gerilimleri,sıkıntıları,bunalımları sonucunda seyircinin duygularının doruğa ulaştığı noktada katharsisi sağlar. Aristo estetiğinden beri trajedi katharsis üzerine kuruludur.
Selim’in ölümü çok ani gelişir; ailesi ada’ya gider ve Selim de onların arkasından cebinde paralarla çıkmak üzereyken ona sürekli askıntı olan alt komşu gelir.Bu kez Selim beklenmedik bir şekilde kadını yatağa atar.Kadınla sevişmeye başlayınca kapı açılır.Gelenler Selim’in karısı,babası ve kızıdır,Vapuru kaçırmışlardır.Selim kendisini o halde gören ailesinin gözleri önünde balkona çıkar ve kendini aşağı bırakır.
Bu noktada Selim karakteri “büyük günah” işlemiştir.Karısını aldatmıştır.Aslında karakterin çöküşüne giden yolun doruk noktası burasıdır.Zaten paralarla bambaşka bir insan haline dönüşen Selim son hareketiyle sanki kendi ölümünü hazırlamış gibidir.İzleyici film boyunca Selim’in buhranlarına,sıkıntılarına bu noktaya kadar ortak olmuştur,gerginliği yaşamıştır.Final sahnesinde gelen bu ölüm izleyicinin katharsise ulaşmasını sağlar.
2008
Bu yazı An Kültür Sanat Dergisimde yayımlanmıştır.

Shooter (tür eleştirisi)


Bob Lee Swagger ABD ordusunda görevli keskin bir nişancıdır.Etiyopya’daki bir görevi sırasında askeri güçler tarafından arkadaşı Donnie ile savaşın ortasında yalnız bırakılır.Donnie öldürülür.Bu olay sonrasında Swagger görevinden soğur ve emekliye ayrılır.Birkaç yıl sonra hükümet yetkilileri Swagger’ı tekrar göreve çağırır.Görevi ABD başkanına düzenlenecek suikastı engellemektir.Swagger görevi kabul eder.Ancak çok geçmeden kendisine tuzak hazırlandığını fark eder.Swagger suikastın suçlusu olarak aranmaktadır.Swagger kurulan komployu çözmek için Etiyopya’da ölen arkadaşı Donnie’nin karısı Sarah ve FBI ajanı Memphis’ten yardım alır.Swagger aldığı profesyonel eğitim sayesinde devletin üst kademesindekilerle silahlı bir mücadeleye girer.Sonunda teslim olur,yargılanır ve serbest kalır.Swagger komployu hazırlayan iki önemli kişiyi daha öldürür.

Stephen Hunter’ın romanından sinemaya uyarlanan Shooter Jonathan Lemkin tarafından senaryolaştırılmıştır.Yapım Paramount Pictures’a aittir.Antoine Fuqua’nın yönettiği film aksiyon türündedir.Aksiyonda esas olarak izleyicinin dikkatini ayakta tutmak amacıyla hareket ön plandadır.Filmde de klasik Hollywood aksiyonlarında olduğu gibi dakikalarca süren bol kazalı,helikopter takipli sahneler,patlamalar,silahlı çatışmalar yer almaktadır.

Tür filmlerinin en temel özelliklerinden birisi ideolojiyi kullanmasıdır.Shooter da ideolojiyi öne çıkarmıştır.Shooter “iyi kahraman” ile kötüler arasındaki mücadeleyi konu almıştır.Kahraman rolündeki Mark Wahlberg vatanını seven,bayrağına bağlı,mesleğinde üst düzeyde başarılı,onurlu ve güçlü bir karakterdir. Bob Lee Swagger Etiyopya’da arkadaşı Donnie ile birlikte ülkesi için savaşmaktadır.Kayıplar vermeye başlayan Amerikan ordusu Swagger ve Donnie’yi gözden çıkararak savaş bölgesini terk eder.Donnie’nin telsizine yanıt gelmemeye başlayınca yalnız bırakıldıklarını anlarlar.Swagger ve Donnie hava saldırısına maruz kalır ve bunun sonucu Donnie ölür.Swagger inandığı değerlerin çökmesinin ardından emekliye ayrılır ve inzivaya çekilir.Bir dağ evinde köpeğiyle yaşamaya başlar.11 Eylül ile ilgili kitaplar okur.Evinin bir köşesinde ABD bayrağı vardır.Yönetmen böylelikle karakterin vatanına bağlılığının sürdüğünü anlatmaya çalışmaktadır.Birkaç yıl sonra kendini devlet yetkilisi olarak tanıtan Albay Johnson Swagger’ı tekrar göreve çağırır.Swagger’dan ABD başkanına yapılacak bir suikastı önlemesini ister. Swagger istemeden de olsa son kez ülkesine hizmet vermeyi kabul eder.Swagger zaaflarına yenik düşmüştür.Ülkesi için bu teklifi kabul etmiştir.Ancak bilmediği bazı gerçekler vardır. Bu görev ona devlet tarafından değil, hükümet içinde yuvalanmış gizli gündemi olan karanlık bir organizasyon tarafından verilmiştir.Swagger suikastı önlemek için üç şehirde araştırma yapar.Araştırma sahnelerinde dalgalanan ABD bayrakları Amerikan milliyetçiliği propagandasının bir aracı olarak kullanılmıştır.Swagger elde ettiği verileri yetkililere sunar.Albay Johnson Swagger’dan gözcülük yapmasını talep eder.O da başkanın konuşma yapacağı gün gözcülük yapar.Ancak Swagger komplo içine düşürülmüştür. Gerçekleşen suikastın suçlusu durumundadır.Ülkenin bütün gizli servisleri ve polislerinin yanı sıra sırları ortaya dökülen karanlık örgütleri artık onun peşindedir.

Her yerde takip edilen, kaçacak yeri olmayan, yardım alacak kimsesi bulunmayan Swagger, o güne kadar bildiği her şeyi testten geçirir. Bu mücadelesinde hayatında sadece iki kişi vardır.Bunlardan birisi, ihanete uğrayarak öldürülen eski tetikçi arkadaşının dul karısı Sarah Fenn,diğeri ise Swagger’a inandığı için kariyerini riske atmaktan çekinmeyen FBI ajanı Nick Memphis’tir.Bu iki kişinin yardımlarını alan Swagger, devletin içine sızan karanlık güçlerle silahlı bir mücadelenin içine girer. Bu mücadele birçok stratejik planı ve gerilimi barındırır.Yaşanan çatışmalarda birçok kişi ölür.Sonunda Swagger adalete inanarak teslim olur.Bu kararında elindeki kozların da payı vardır.Albay Johnson’un 400 kişilik bir toplu mezardan sorumlu olduğunu bilen Swagger mahkemeye çıkar.Mahkemede kendi suçsuzluğunu ispat eder.Ancak Albay Johnson –suçlu olmasına rağmen- yasalar gereği yargılanmaz.Çünkü ABD anayasası gereği yurtdışında işlediği bir suçtan ötürü hiç kimse ceza almaz. Serbest kalan Swagger,Albay Johnson ve Senatör Meachum’u bir orman evinde bulur. Senatör ve Albay’ı yanlarındaki adamlarıyla birlikte öldürür.

Kızgınlık ve korku dolu içindeki bir ulusun güvenini kaybeden, toplumun boy hedefi haline gelen, kendi geçmişiyle ilgili sorunları da olan Swagger, kendisi için büyük anlam taşıyan “onurunu” kurtarabilmek; hayatta kalabilmek için sahip olduğu her türlü askeri, balistik ve psikolojik beceriyi kullanmak zorundadır. Üstelik kişisel onurundan daha fazlası tehdit altındadır. Swagger düştüğü tuzak sonucunda devletin içlerine kadar bulaşmış gizli örgütü daha yakından tanır.Bu gizli örgüt, sadece iktidar açlığı çekmekle kalmayıp, aynı zamanda halkın güvenini yok etmeyi arzulayan bir örgüttür.
Filmdeki ideolojik yapılanma, Hollywood stüdyo sisteminin içinde üretilmiş ve tür olgusu taşıyan birçok filmle benzer nitelikler taşımaktadır.Bu filmde de mutluluğun anahtarı ABD bayrağı altındaki yaşam olarak sunulmaktadır.Hollywood sistemi içinde üretilmiş filmlerde zaman zaman eleştiri bulunur.Bu eleştirilerde toplumsal talepler yansıtılır.Sistemin devamı,muhafazakar bir yapıyla korunur.Shooter’da Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak ve Ortadoğu üzerinde yakın geçmişteki politikasına eleştiri noktasında sert çıkışlı replikler de bulunmaktadır.Fakat bunlar sistemin kötü olduğuna işaret etmez.Ana akım sinemaya ait birçok filmde olduğu gibi Shoteer’da da statükonun devamı doğru yol olarak gösterilmektedir.Yaşanan kötülükler,yapılan yanlışlar o dönemde görevli yönetici sınıfa bağlanmaktadır.Filmde ideoloji özellikle ABD bayrağı ile simgeleşmiş bir biçimde sunulmuştur.Ayrıca replikler arasındaki milliyetçi söylemlerde çok doğal bir durum anlatılıyormuş gibi Amerikan milliyetçi bakışı normalleştirilmektedir.Film, ABD’de 11 Eylül 2001 sonrası yaşanan paranoyayla ilgili olarak bazı söylemlerde bulunuyor.Filmin henüz başında Swagger karakteri “The 9/11 Commission Report” adlı kitabı okumaktadır.Bu kitap 11 Eylül saldırısını soruşturan komisyonun raporlarını içeren bir kitaptır.Daha sonra komisyonunun tavsiyesiyle eski NBC Haber Prodüktörü Linda Elman saldırılarda yaşananlarla ilgili olarak bir belgesel film çekmiştir.Shooter 11 Eylül olaylarını bir kitap sayesinde de olsa dile getirmiştir.Burada esas amaç, izleyicinin dönemin korkularına,kaygılarına katılımını sağlamak ve korkuların beslenmesine katkı yapmaktır.Yönetmen tür filminin bilinen bir özelliğini bu sayede yinelemiştir.ABD’nin 11 Eylül sonrası İslam ülkelerine karşı yürüttüğü dış politika ise film içinde destek görmemiş hatta eleştirilmiştir.Bu eleştiri tür filmlerinde zaman zaman karşılaşılan türden bir eleştiridir.Sistemin sorunu olarak gösterilmemiştir.

Yönetmenin daha önceki filmlerinden “Tears of The Sun” da ideolojiyi öne çıkaran bir film olmuştur. Bu film 11 Eylül sonrası çokça çekilmiş kahramanlık öykülerinden biridir.Nijerya’daki iç savaşa müdahale için giden Amerikalı askerlerin öyküsü anlatılır.Filmde Amerikan askerinin propagandası yapılmaktadır. Amerikalı askerler üstün nitelikli insanlar olarak sunulur.Nijerya’da zor durumdakileri kurtaracak kişi Amerikalı bir kahramandır.”Tears of The Sun” savaş ortamında Amerika’nın bakış açısından iyi-kötü tanımını da yapmaktadır.Filmin mesajı en genel söylemle Hıristiyanlar iyi niyetlidir, Afrikalı Müslümanlar ise vahşi ve kötüdür, bunun yanında kurtarılmaya muhtaçtır.Merhametli ve vicdanlı Amerikan askeri onları da kurtarır.

Filmin ana karakteri Bob Lee Swagger, olağanüstü yetenekli, cesur, kendisini işine adamış bir karakterdir.Bunun yanında karakterin zaaf,korku,endişe gibi insani boyutları da ele alınmıştır.Swagger,stüdyo sistemi içinde sıkça görülen stok karakterlere örnek teşkil eder.Swagger birçok Amerikalının büyük gurur duyacağı bir kahraman görünümündedir.Sarah ise duygusal,temkinli bir karakter olarak izleyiciye aktarılır. Bu iki karakter arasındaki ilişkinin şehvet ve ihtirasla ilgisi yoktur. İkisi arasında çok derin karşılıklı anlayış vardır. Birbirlerine farklı şekilde ihtiyaçları vardır. Bu ilişkinin olağanüstü masum ve şefkat dolu olduğunu söylemek mümkündür. Swagger ile Sarah’ın her ikisi de aynı erkeği kaybetmiş olmanın getirdiği trajedi duygusunun acısını yaşamaktadır. “Donnie” onların ortak yarasıdır. İkisi arasında sanki ölü erkeğin hayaleti var gibidir. Bu ilişkinin çiçeklenmesini izlemeyi büyüleyici kılan unsur ise, ikisinin de çok sevdiği ve özen gösterdiği bir erkeğin hatırasının varlığıdır. Bu engeli aşmak konusunda izleyici her ikisinin de duraksadığını görür. İkisi arasındaki ilişkinin çok sayıda duygusal katmanı vardır.
Yasa uygulayıcılar cephesinde Swagger’ın öyküsüne inanan tek insan ise, onun suikast sahnesinden kaçışına tesadüfen tanık olan çaylak FBI ajanı Nick Memphis’tir. Swagger tarafından sıkıntıya sokulmuş olmasına rağmen onun tek başına çalıştığı konusunda FBI’ın ısrarlı tutumuna bir anlam verememekte, elinde olmadan işin içinde başka işler olduğunu hissetmektedir.

Tür filmleri geleneksel dramatik yapıdadırlar.Tamamına yakını Aristo estetiğinden faydalanır.Filmler her zaman giriş-gelişme-sonuç şeklinde ilerler.Shooter da bir tür filmi olduğundan olay örgüsü dramatik yapıya uygun bir biçimde gelişmiştir.Film çatışma üzerine kurulmuştur.Çatışma iki güç arasında kuşkulu ve belirsiz bir durum yaratır.Yönetmen,bu belirsizlik sayesinde seyircinin ilgisini ayakta tutmayı hedeflemiştir.Swagger ,çatışma ve gelişme süresince çeşitli engellerle karşılaşır.Bu engelleri aşmak zorundadır.İzleyici, Swagger’ın zorlukların üstesinden geleceğini bilmesine rağmen zaman zaman şüpheye düşer.Filmin doruk noktasına kadar merak öğeleri ve yüksek tempolu gerilim izleyicinin filme katılımına yöneliktir.Bu durum dramatik ilgi kavramını açıklar.Çünkü dramatik ilgi varsa seyirci öyküye dahil olur.İlginin sürekliliği için sürpriz ilkesi gereklidir.Filmde Swagger’ın teslim olma sahnesi seyirci için sürpriz teşkil etmiştir.Swagger’ın teslim olup yargılanma süreci filmin doruk noktasını oluşturur.Seyirci bir şekilde Swagger’ın kurtulacağını bilse de yargılanma esnasında kuşkulanır.Swagger’ın suçsuzluğunu ispat etmesiyle çatışma sona erer. Swagger’ın Albay,Senatör ve adamlarını öldürme sahnesi ile kısa bir sonuç bölümü seyirciye aktarılmıştır.Seyirci de kendini kahramanla özdeşleştirdiğinden Albay ve Senatörün ölümü bir zorunluluktur.Bu durumun gerçekleşmesi seyircide rahatlamayı sağlamıştır.

Filmde “birlik öğesi” öykünün Swagger karakteri etrafında gelişmesiyle sağlanmıştır. İzleyicinin başka olaylarla ilgilenerek ana konudan sapmasının önüne geçilmiştir. Film içindeki tüm sahneler bir bütünün parçası niteliğindedir. Baştan sona gelişen olayların hepsi Swagger’ın hikâyesi gereğidir. Gereği olmayan sahne neredeyse yoktur. Ana kahraman, filmdeki çatışma ve doruk noktası olması gerektiği gibi sadece birer tanedir. Olayların tüm gelişim evreleri, karakterin hikâyesinin nihayete ermesine yönelik bir düzen içinde yerleştirilmiştir.

Shooter,70’li yıllarda çekilmiş komplo gerilim filmlerine benzemektedir.Genel itibariyle sistem içindeki “kirli” işleri yansıtan film,70’lerde işlenen konulara 2000’li yılların çağdaş bir yorumu niteliğindedir.Shooter,70’li yıllardaki komplo-gerilim filmleri gibi kurumsal güvensizlik konularına eğilmektedir.Çünkü o yıllardaki durum aslında bugün de geçerliliğini korumaktadır. Abd'de insanların çoğunluğu sistemin korunmasından yana.Ortaya çıkan olumsuz durumların sorumlusu olarak devlet kurumlarında çalışan "kötü niyetli" insanlar görülüyor.
Swagger karakteri filmin sonunda gizli güçleri öldürerek sorunu halletmiş gibi rahatlamaktadır. Filmdeki iyi-kötü çatışması böylelikle bireysel bir düzeyde kalmaktadır.Karakterin toplumsal yarar sağlama gibi bir derdi yoktur.Shooter,bu yönüyle ayrıksı durmaktadır.Çünkü tür filmlerinde genellikle toplumsal yarar,bireyselin önünde yer alır.Swagger sadece kendini temize çıkarmıştır.Kendisine zarar verenleri de ortadan kaldırmıştır.Sistem’deki çarpıklık ve sistem içindeki dönen dolaplar karakteri çok da fazla ilgilendirmez.

Filmdeki aydınlatma, birçok mekanın kullanılmasından dolayı farklılık arz etmektedir.Yüksek tempodaki dış çekimler doğal aydınlatmayla gerçekleştirilmiştir.İç çekimlerde ise dramatik aydınlatma tercih edilmiştir.Özellikle Sarah’ın evindeki çekimlerde senaryo gereği dramatik ışık kullanılmıştır.

Filmde hızlı bir kurgu kullanılmıştır. Aksiyon filmleri, doğası gereği çok fazla hareket içermektedir. Dakikalarca süren takipler ve yine patlamaların,karşılıklı çatışmaların olduğu sahneler filme tempo kazandırmıştır. Bu da hızlı bir kurguyu zorunlu kılmaktadır. Geçişlerin hızlı olması izleyiciyi filme bağlayan bir etkendir.

Filmin dış çekimlerinde oldukça çeşitli çekim ölçekleri kullanılmıştır.Ancak yine de uzak planlar daha fazla tercih edilmiştir.Özellikle takip sahnelerinde helikopterden yapılan uzak planlar oldukça fazladır.Dağdaki çekimlerde de uzak planlar kullanılmıştır.İç çekimlerde ise genellikle yakın planlar tercih edilmiştir.Karakterlerin psikolojik yönlerinin ön planda olduğu bu çekimler yakın planları gerektirmiştir.Filmde kamera hareketlidir.Bu durum Hollywood aksiyonlarının hepsinde geçerlidir.
Filmde dekor türe özgüdür.Aksiyon sahnelerinde kovalamaca sürerken dekoru geniş caddeler oluşturmuştur.Hemen her aksiyonda olduğu gibi suçlunun aranmasına paralel olarak FBI çalışanlarının bürolarındaki çalışma ortamları verilmiştir.

KAYNAKÇA:
www.sadibey.com (prodüksiyon notları)
www.sinema.com
E.ü-Sinemada Türler ders notları

2008

11 eylül'ün "simgeleşmiş fotoğrafıyla" analizi


11 Eylül Saldırısı’nın akıllara kazınan en bilindik görüntüsünün fotoğrafı Baudrillard’ın “hiper gerçeklik” kavramından hareket ederek açıklanabilecek bir fotoğraf.Post modernizm’in yaşandığı günümüz dünyasında gerçeklik algısı ve gerçekliğin yansımaları da boyut değiştirmiştir.Görsel kültür’ün hayatımızın her alanına etkide bulunduğu bir çağda yaşıyoruz.Bu yüzden kaydedilmiş görüntüler artık olayın kendisinden daha da gerçek bir hal almıştır.Bu durumu Baudrillard “gerçeğinden daha gerçek” diyerek açıklar.Bunu görsel kültürün hayatımızı eskiye göre daha fazla işgal etmesi şeklinde yorumlayabiliriz.Artık gerçek ve hayal arasındaki farkı ayırt edemez bir haldeyiz.
İnsanlık tarihine baktığımızda mağara duvarlarına çizilen kabartmalar görselliğin ilk örnekleridir.Sonrasında resim hayatımıza girdi.Daha sonra fotoğraf ve video görsel dünyamızın alanını genişletti.Bu anlamda fotoğraf birçok olayı anlamlandırmada yardımcı olabilmektedir.Ayrıca düşünceleri yönlendirici yönü de vardır.Bu da demek oluyor ki
“gerçek” olaylar fotoğraf sayesinde tekrarlanabilir bir hal almıştır.
Aynı şekilde 11 Eylül ‘ü en iyi anlatan fotoğrafta da “gerçeklik” inşasını görmekteyiz.Bu fotoğrafa baktıkça hayali olan bir şeyi değil gerçek olanı görüyoruz.Bu fotoğrafın önümüze yeniden yeniden sunuluşu ile gerçeğin her seferinde yeniden bina edildiğine şahit oluyoruz.Bu tekrarlar herkes üzerinde farklı etki yapabilmektedir.Aynı fotoğraf olmasına rağmen örneğin bir Amerikalı için 11 Eylül korkusunu yeniden yaşamak anlamına gelmektedir.Amerika’yı büyük güç olarak gören herhangi bir Ortadoğulu ya da Asyalı ise Amerika’nın bile zayıf noktaları olduğunu düşünebilir.Hatta daha radikal bir yaklaşımla bu saldırıyı yapsa yapsa Amerika’nın kendisi yapar diyebilir bir başkası.
11 Eylül sonrasında Hollywood’da çekilen birçok filme bu saldırının konu olduğunu görmekteyiz.11 Eylül travmasını yaşayan Amerikan Halkına korkuları besleyen filmler sunulmuştur.Hollywood tarafından Ortadoğulu İslami kesim ötekileştirilmiştir.
Büyük olasılıkla 2003 yılında Irak’a yönelik işgalin sebebi de 11 Eylül saldırısıdır.Bu yüzden 11 Eylül Saldırısı basit bir olay olmayıp dünya üzerindeki dengelerin değişmesine sebep olan bir olaydır.
Fotoğrafa bakarak gerçekliğin hayali bir dünyada uygulandığını görmekteyiz.Kurgusal olan gerçeğin yerini alıyor.Simgesel değiş-tokuş yaşanıyor.Böylece yaşanan ölümler de hayal ile gerçek arasında tuhaf bir yerde duruyor.
Fotoğraf’ın içeriğine ayrıntılı bakarsak yıkılmak üzere olan “ikiz kuleler”i görürüz.Uçak saldırısı sonrasında iki binada da büyük bir yangın vardır.Büyük duman ve alev kütleleri fotoğrafın geniş bir kısmını kaplamaktadır.Bu fotoğrafı gören birisi böylesine devasa bir binanın yıkılmak üzere oluşuna şahit olmaktadır.Fotoğraf Amerika gibi güçlü bir ülkenin “aciz” durumunu yansıtmaktadır.Özellikle alevlerin ve dumanların kapladığı alan saldırının ciddiyetini ortaya koymaktadır.Bu fotoğrafa bakarak büyük kapitalist güç Amerika’nın çöküşü arasında bir bağ kurmamız mümkündür.En azından sembolik anlamda böyle bir ilişkiyi kurmak güç değildir..Bu belki çok yakın zamanda gerçekleşmese bile bu durumu destekleyen birtakım ekonomik,siyasal ve sosyal gelişmeler geçtiğimiz 8 yıl içerisinde gerçekleşti.Amerika’nın 11 Eylül sonrası Irak işgali , sonrasında dünyayı saran ekonomik kriz kimi çevrelerde kapitalizm’in çöküşü olarak yorumlandı.

nisan 2009