18 Temmuz 2011 Pazartesi

"ZEBERCET"TEN "KENAN"A "YALNIZ" ADAMLAR



ANAYURT OTELİ VE GİŞE MEMURU
FİLMLERİNDEKİ SIKIŞMIŞ HAYATLAR ÜZERİNE




Sinema tarihi içerisinde zaman zaman yalnız hayatların,çaresiz sıkışmışlıkların hikayelerine şahit olduk.Sinemada sık sık işlenmeye müsait bir konudur yalnız hayatlar.Bu sebeple yabancılaşma kavramı diğer sanat dallarında olduğu gibi sinema dili içinde de kendine yer edinmiştir. Özellikle Avrupa Sineması ve Amerikan Bağımsız Sineması'ndaki örneklerinde topluma yabancılaşan,"uyumsuz" ve yalnızlaşan bireyin öykülerine çokça rastlarız.Türk Sinemasında da sınırlı sayıda da olsa bu minvalde birey hikayeleri işlenmiştir. Kimi yönetmenler bu karakterlerin hayatlarını çok safiyane bir dille kişisel bir hikaye üzerinden anlatırken,kimisi özgürlüğün yitimi,gündelik hayatın çekilmezliği ve tekdüzeliği gibi öğeler üzerinden bu hikayeleri anlatarak sistem eleştirisi de yapmışlardır ve kitle kültürüne,yozlaştırmalara dokundurarak sorunun kaynağını kapitalist sistem olarak görme ve gösterme çabasında da bulunmuşlardır.
Geçmişten günümüze Türk Sinemasının melodramatik yapısı içerisinde kendine pek yer bulamayan "yalnız birey" hikayelerinin belki de en etkilisine,en derinlemesine işlenmiş olanına bir Yusuf Atılgan uyarlaması olan "Anayurt Oteli"nde rastlıyoruz.Ömer Kavur'un yönettiği filmde Zebercet'in kişisel dünyasına dalıyoruz. Taşra bunalımının da önemli bir örneği olan filmde Zebercet'in bozulmuş psikolojisini,kendine ve topluma yabancılaşmasını an be an izliyoruz. Filmdeki atmosferin öyküye hizmet edecek kadar doğru kurulmasıyla bazı sahnelerde sinema izleyicisi kendini Zebercet'in hayatına ortak edebiliyor.
Zebercet karakteri Manisa'nın bir kasabasında babasından kalan Oteli işletmektedir.Hayatının tümünü otelin sınırları içerisinde geçirmektedir.Tekdüze bir hayat süren ve çocukluk yıllarından taşıdığı psikolojik sorunları da bulunan Zebercet için bu otel aslında bir kapandan farksızdır.Zebercetin yalnız ve sıkışmış hayatındaki değişim gecikmeli Ankara treniyle kasabaya gelen kadının otelde bir gece kalmasıyla başlar.Zebercetin o ana kadar sorgulamadan yaşadığı hayatı kadının gelişiyle bir anlam kazanır.Yaşadığının farkına bu noktada varır Zebercet.Kadının 1 hafta sonra tekrar geleceğini söylemesiyle Zebercet kendi hayatına anlam katar.Kadına aşık olan Zebercet onun geleceği ümidiyle günleri sayarak bekler.Bu kadın Zebercet'in anne figürünün temsili niteliğindedir.Bu sayede romanın yazarı Yusuf Atılgan Zebercet'in oedipal dönemine göndermelerde bulunmuştur.Filmde de bu durum simgesel anlatımlarla yansıtılmıştır.Kadının gelmeyeceğini anladığı noktada Zebercet'in ağır dramatik öyküsüne tanık olmaya başlar izleyici.Zebercet gitgide kendi içinde bile yalnızlaşır.Bir yandan tamamen yalnız kalma arzusu da vardır.Otele gelen müşterilere oda olmadığını söyler.Zebercet hayalleriyle başbaşa kalır.Bu noktada Zebercet'in -zaten sorunlu olan-psikolojisi giderek daha da kötüleşir.Zebercet'in şizofrenik halleri iyice artar.Kendi kendine konuşmaya başlar.Birbirini tekrar eden cümleler kurar.Beklenen kadını kendi hayallerinde yaşatır.Cinselliği tek yaşadığı kişi olan ortalıkçı kadını ve oteldeki kediyi öldürmeye varan delilik halleri yaşar.Bu noktadan sonra kendini dışarılara atar Zebercet. Horoz dövüşlerinde tanıştığı genç çocukla karate filmi izler ve hatta onu -eşcinsel birliktelik için- otele davet etmeyi dahi aklından geçirir.Sonrasında iç hesaplaşmalar , düşler ve bunalımlar içiçe geçer.Kendisini otelde asarak yaşamına son veren Zebercet bu davranışla oidipus kompleksini bastırmıştır.Süper egosunun yönlendirmesiyle çatışmalarını sona erdirmiştir.Filmin finalinde tavan arasındaki sahnede Ömer Kavur anne fotoğrafının yerine beklenen kadının fotoğrafını yerleştirerek anlatıyı görsel açıdan zenginleştirme yoluna gitmiştir.Filmin genelinde simgesel anlatımı yoğun biçimde kullanan yönetmen sinemamızdaki nadir örneklerden birini sunmuştur.
Filmde çok açık biçimde ortaya konmasa da ve bu hikaye bir taşra bunalımı gibi görünse de aslında film modern zamanlardaki bireyin yalnızlığını ve kişisel özgürlük sorunsalını da sorgular.Zebercet'in öyküsünden hareketle kapitalist düzenin eleştirisini de bu film üzerinden okumak mümkündür.Her ne kadar metropollerin dışında bir hikaye de olsa sistemin hayatımızın tümünü kuşatan bir yapısı olduğunu varsayarsak pekala bir taşrada da kapitalizm ruhunu görmek mümkündür.
Gişe Memuru Kenan'ın da Zebercet'inkine benzer bir "yalnız" hayat hikayesi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.Gişenin içerisine sıkışan bir hayatı vardır Kenan'ın .Çalışırken deyim yerindeyse başını kaşıyacak vakti yoktur.Bu rutin hayat Kenan için çekilmez bir hal almıştır.Kenan sık sık hayaller görür ve garip davranışlar sergiler.Gişedeki garip halleri yetkili müdürün dikkatini çekince Kenan Afar'a sürülür.Burası kuş uçmaz kervan geçmez bir gişe.Bir önceki gişedeki yoğunluğun aksine günde 3-4 arabanın geçtiği ve sadece Kenan'ın çalıştığı bir yer.Kenan bu kez boşluktan delirme noktasına geliyor.Düşleri bu gişede de devam ediyor.Kenan'ın öyküsündeki dönüşüm bu gişede başlıyor.Gişeden geçmeye çalışan bir kadının arabası bozuluyor.Babasının arabasının aynısından bu araba.Hatta arabayı ilk gördüğünde babasının geldiğini zannediyor Kenan.Arabayı tamir etmesi için kadın yardım istiyor Kenan'dan.Araba Kenan'ın itmesiyle çalışıyor ve kadın gidiyor.Kenan'ın hayatı çok etkilendiği bu kadından sonra değişiyor.Zebercet'in hikayesine benzer şekilde yine bir kadın bekleniyor.Kenan, kadının geçtiği saati aklına kazıyarak ertesi günlerde de kadının geçeceği saati bekliyor.Ancak bozulan psikolojisi sebebiyle tek tük geçen müşterileri de o kadın sanabiliyor.Araf'taki gişede Kenan'ın hayalleri daha da fazlalaşıyor.Yalnızlık had safhaya çıkıyor burada.Takıntıları artıyor.Kenan'ın iyice deliliğe doğru kaymaya başladığını görüyoruz.Zaten dikkat edildiğinde bu gişede gece mesaisinde çalışan diğer memurun psikolojisinin de hiç sağlıklı olmadığı görülecektir.
Evde hasta babasıyla yaşayan Kenan iş ev arasında sıkışan bir hayatın aktörüdür aslında.Çünkü hayatının evde geçen kısmı da Kenan için hiç aydınlık değildir.Kenan'ın babası Hakkı son derece geçimsiz ve Kenan'ı sürekli aşağılayan bir karakter.Yıllardır Kenan'ı hep beceriksiz olarak görmüş ve baskı uygulamış ,bu sebeple de Kenan ve babasının iletişimleri çok zayıf.Hakkı 35 yaşındaki oğlunun kendi bakıcısı Nurgülle evlenmesi için de planlar yapıyor bir yandan.Ancak Kenan'ın Nurgül'e ilgisi yok.
Kenan karakteri gişe ve ev arasındaki kısıtlanmış,hapolmuş hayatında gündüz gişede hayaller görüyor,kendi kendine konuşuyor.Çoğu zaman gişedeki müşterilerle garip diyaloglara giriyor.İş arkadaşlarıyla da çok konuştuğu söylenemez.Zaten içine kapanık,az konuşan bir karakter. Kenan geceleri ise babasının eski arabasını tamir etmeye uğraşıyor.Uykusuz kalmak pahasına bunu yapıyor.Çünkü Kenan tamir yaparken kendini özgür hissediyor.Ne var ki arabanın çalışması babasını rahatsız ediyor ve babası arabayı hurdaya satıyor.Babasının arabayı hurdaya satması Kenan'ı çileden çıkarıyor.Burada son özgürlük mecrasına vurulan büyükçe bir darbe var çünkü.Bu sekanstaki tartışma babasının ölümüyle sonuçlanıyor.
Bu ölüm Kenan için rahatlama gibi görünse de ve hatta ertesi gün kadın gişeye geldiğinde "artık babam yok seninle gelebilirim" dese de babasının ölümü tamamiyle altüst ediyor Kenan'ı.Tek ideali o kadının da Kenan'dan paçayı zor kurtarması sebebiyle,tamamen yalnız kalan Kenan hikayesinde yenilgiye uğramıştır.
Filmin söylemi sert gibi görünmese de aslında film çok fazla şey söylüyor ve anlatıyor.Sistemin içinde kendini ifade edemeyen ve makinalaşan bir bireyin bir de aile kurumunun baskısının altında ezilmesi hasebiyle karşı cinsle iletişim kuramayışı ya da bunu sadece hayal düzeyinde yaşabiliyor olmasını yönetmen başarıyla yansıtmıştır.Sosyal hayattan uzaklaşan iletişimi zayıflayan bireyin "toplumsal yabancılaşma"yaşaması aynı zamanda kendine dahi yabancılaşması "kapitalist" sömürü düzeninin insanları getirdiği noktanın özeti gibidir aslında.
Filmde Kenan karakteri sık sık hayaller,düşler,rüyalar görür.Kenan için hayal ve gerçek içiçedir.Hatta hayaller onun için belki de daha gerçektir.Gerçekler onu sıkarken,bunaltırken hayaller ise daha özgür kılıyor.Ancak hayallerinde babası karşısına çıkınca da çıldırıyor Kenan.Yönetmen ,filmde gerçek ile hayali tıpkı Kenan'ın yaşamındaki gibi -yer yer öznel kamera ile onun gözünden sunarak,yer yer yakın planlarla ve detaylarla- içiçe geçirerek sürreel bir atmosfer yaratmıştır.Anlatıya büyük katkı yapan atmosferde kuşkusuz görüntü yönetimi ve aydınlatma gibi teknik unsurların payı da büyüktür.
Zaman zaman flashbacklerle izleyiciye Kenan'ın çocukluk dönemi ve o dönemde onun için değeri olan geçmişinde yer etmiş birtakım yaşanmışlıklar,(ailesiyle bir yerlere gitmeleri,annesinin ölümü) objeler (elmas) aktarılır.Buradaki elmas metaforu Kenan'ın annesine duyduğu özlemin karşılığı olarak sunulmuştur.Ayrıca filmde gerçekle hayali birbirinden ayıran bir unsur gibi de düşünülebilir.Filmde Tv'deki tartışma programlarında bahsedilen ve diyaloglar arasında geçen " meteor " hikayesi ise Kenan'ın hayaller ve gerçekler dünyasına bir gönderme niteliği taşıyor sanki.Meteorların dünyayı tehdit ettiğine vurgu yapılıyor ancak şu anda gündelik hayatta zaten varolan sistemin bizi dört bir yandan kısıtladığı ve çaresizleştirdiği bir durumda meteor taşının dünyaya çarpacak olması kimin umurunda.
Son yüzyılın en temel problemlerinden kişinin topluma ve kendine yabancılaşması hemen bütün sanat dallarına konu olmuştur.Görsel sanatların en etkilisi sinema da bu konuya uzak duramamıştır.İncelemeye çalıştığım Anayurt Oteli ve Gişe Memuru isimli filmlerdeki Zebercet ve Kenan'ın durumlarının birbirine paralellikler içermesi sebebiyle benzeşen noktalarına değinmeye çalıştım.Birçok noktanın eksik kaldığının bilincindeyim.Her iki film de detaylı biçimde ideolojik ve psikanalitik çözümlemeyi gerektirmektedir.Her iki filmden de hem Freudyen ve Lacancı Psikanaliz üzerine okumalar yapmak mümkündür.